Zekat-infak ve küresel krizden çıkış
İktisatta insanların gelirlerinden ve faiz oranlarından bağımsız olarak yaptıkları harcamalara otonom harcama denir.
Örneğin insanların servetlerindeki bir artışa bağlı olarak tüketimleri artmışsa bu bir otonom harcamadır.
Devletin faiz oranlarına bakmaksızın yaptığı bütün harcamalar otonom harcamadır.
Şu anda ABDde faiz oranları yüzde yarım (binde 2 ile 5 arasındadır) civarındadır.
Bu faiz oranlarında Avrupa Birliği Ülkelerinde ve Japonyada durum farklı değildir. Böyle bir durumda para politikası etkili olamamaktadır. Şöyle ki bir ekonomide para arzı arttığında kısa dönemde faiz oranlarının düşeceği faiz oranları düşünce özel sektörün yatırım harcamalarını arttıracağı bunun sonucunda da milli gelirde artış olacağı varsayımı vardır. Ancak faiz oranları o kadar düşüktür ki bu faiz oranlarını sıfıra düşse bile özel sektör yatırımlarını tetiklemektedir. Hal böyle olunca harcamalar artmamakta ve milli gelir artışı neredeyse sıfıra yakın bir düzeyde kalmaktadır.
Bu koşullarda harcamaların artmasına neden olacak dışarıdan bir etkenin devreye girmesi gerekmektedir.
O da kamu harcamalarıdır.
Ancak kamu harcamalarındaki artışın iki kaynağı vardır.
Birincisi vergi oranlarının yükseltilmesidir.
Diğeri ise kamunun piyasadan borçlanmasıdır.
Vergi oranlarının yükseltilmesi vergi mükelleflerinin tepkisini çekmektedir.
Bundan özellikle seçim öncesi siyasi partiler çekinmektedir. Kamu borçlarının artışı ise özel sektörün kullanacağı fonların devlete aktarılması anlamına gelmektedir. Ondan da özel sektör firmaları hoşnut olmamaktadır. İnsanların harcamalarını arttırmasının bir yolu da vergi indirimleri yoluyla tüketimi teşvik edip ancak insanların vergi tüketimi ile elde ettikleri geliri eskiden yapmış olduğu borçları kapatmak için kullanılması da mümkündür.
Ayrıca devletin vergi indirimine gitmesi bir bakıma bütçe açıklarının oluşması demektir.
Bu da ileride ya vergilerin arttırılmasıyla ya da borçlanma yoluna gidilmesi demektir.
Eğer bu koşullar Amerikalıllar ve AB Ülkeleri Hristiyan değil de İslam dinine mensup olsalardı o zaman dinin gereği olarak zekat ve infak yoluyla, harcamaların arttırılması yoluyla otonom bir şekilde harcamaların artması gündeme gelebilirdi.
Otonom harcamalardaki artış ise ülke insanlarının gelirlerindeki artışın tüketime giden kısmına göre milli gelirleri üzerinde bir artış yapacaktır.
Örneğin bir ülkede insanlar gelirlerindeki artışın yüzde 90ını harcıyorlarsa bu durumda otonom harcamalardaki artışın on katı kadar milli gelir üzerinde bir artış olacaktır.
Biz buna iktisatta çarpan ilişkisi diyoruz.
Eğer bir ülkenin gelirlerindeki artışın yüzde 80ini tüketiyorlarsa bunun sonucu olarak milli gelir harcamaların on katı fazla büyüyecektir.
Öte yandan zekat veren insanların marjinal tasarruf eğilimleri, yüksek zekat alan insanların marjinal tasarruf eğilimleri düşüktür.
Diğer bir deyişle yüksek gelirliler gelirlerinin daha büyük bir kısmını tasarruf ederlerken düşük gelirliler gelirlilerin daha az bir kısmını tasarruf ederler ya da hiç etmezler.
Böylece zekat yada infak yoluyla gelir yüksek gelirlilerden düşük gelirlilere aktarıldığı zaman bunun sonucunda ekonomideki harcamalar otomatikman artacaktır.
Hal böyle olunca eğer dünyanın endüstrileşmiş belli başlı ülke halkları İslamı yaşasalardı belki de dünyada krizler bu kadar sık aralıkla görülmeyecekti.
Daha iktisadi olarak söylemek gerekirse sorun daha adil gelir bölüşümü sorunudur.
Prof. Dr. İlker PARASIZ
Eko Haber