İş Sağlığı ve İş Güvenliği Yasa Tasarısı - 1: İş kazaları kader değildir!İktidar tarafından hazırlanan İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı yeni yeni gündeme geliyor. Değişik oturumlarda, sendikaların seminerlerinde bu konu devamlı işlenmeye başlandı.
Geçtiğimiz ay içinde (10.05.2012) Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) bu konuda da İzmir’de bir seminer düzenledi. Yeni yasa tasarısını önümüzdeki haftadan itibaren halen uygulanmakta olan yasa ve yönetmelik hükümleriyle karşılaştırmalı olarak okuyucularımızın hizmetine sunacağım.
Ancak, şöyle bir geçmişe bakarak iktidar mensuplarının iş kazaları ve meslek hastalıklarına nasıl baktığını, felsefi anlamda konuya bakış açılarını okuyucularımıza hatırlatmak istiyorum. Hatırlatmak istiyorum; çünkü, iki yıl kadar önce konuyu gündeme getirdiğimizde okuyuculardan da olumlu tepkiler almıştım. (GÖZLEM-.30.05.2010)
Gerçekten, iki yıl kadar önce 32 işçinin Zonguldak maden ocaklarında ölümü üzerine (işçilerden ikisinin cesedi Çin’den getirilen uzmanlara rağmen hala çıkarılamadı) yazdığımız yazıda, iktidarın iş kazalarına bakış açısını eleştirmiş, bu zihniyetle hazırlanacak bir yasanın nasıl çıkacağını merak ettiğimizi belirtmiştik. Çünkü, Sayın Başbakan verdiği beyanatta kazayı Kur’an’daki “kaza-kader” inancına bağladı. Üstelik, sayın Başbakan bu konuda “inancı olmayanlara söyleyecek bir şeyimiz yok!” diyerek kazaları kadere bağlamayan köşe yazarlarını suçladı. Ona göre, bu konuda alınması gereken önlemleri açıklayanlar “inançsız” oluyor. Ama, kendisi gibi düşünerek sorumluluktan kaçanlar, doğru (?) düşünüyorlar... Tıpkı, “kininin davacısı” dindar gençlik yetiştirmeyi amaç edinenlerin doğru (?) düşündükleri gibi...
Aslında, Sayın Başbakanın dediği gibi, Kur’anda “kaza-kader” inancına yer verilmektedir. Ama, bu inanç insanların “ders” alması için konulmuştur. Zira, “kazalar” insana “kazasız” halin kıymeti bilinsin diye gösterilir... “Hayr-in şer-in min Allah” derken, hayırın da şerrin de Allahdan geldiği belirtilir. “Şerri” (kazayı) size verirken, “hayrın” (kazasızlığın) kıymeti bilinsin, bir daha “şerre” (kazaya) bulaşılmasın diye... Buna karşılık, Zonguldak’tan bu yana Balıkesir ve özellikle Tuzla’da yaşanananlara bakılacak olursa, kazalardan bir türlü ders almadığımız, bu nedenle kazalardan kurtulamadığımız, “hayrın” kıymetini hala bilemediğimiz ayan beyan ortada...
Sayın başbakanın “kininin davacısı” dindar gençlik yetiştirme politikası da, aynı şekilde dini istismara dayanan, güzel dinimizle hiç ilgisi olmayan bir politika. Bu sözleriyle Sayın Başbakanın Hz. Muhammedin bir “hadis-i şerifinden” hiç haberdar olmadığı görülüyor: Zira bu hadiste “Allah kindar ve kibirli kullarını sevmez” diyor.
Aslında Başbakanın bilmediğinden değil, amaç, gençlik tabanına bugüne kadar “insan sevgisi ve saygısı” yerine aşılanan “kindarlık” etrafında partinin saflarını sıklaştırmak. Kime karşı kindarlık? Herhalde kendisi gibi düşünmeyen, yaşam tarzı kendilerine benzemeyen, çağdaş bir düşünce sahibi olan herkese karşı... İşte bu, ülkenin bütün insanlarını kucaklaması gereken bir başbakana hiç yakışmıyor. Büyük talihsizlik...
Şu faciaya bir bakın! Neden hala iş kazaları ve meslek hastalıklarında Avrupa’da birinciliği, Dünya’da da Bengaldeş ve Pakistan’dan sonra üçüncülüğü kimseye kaptırmadığımız üzerinde durulmuyor? İlk üç sıranın İslam ülkeleri tarafından paylaşılması acaba bir tesadüf mü? Yoksa, iş kazaları ve meslek hastalıkları konusunda “bize bir şey olmaz, Allah korur”, “kaderimiz neyse o olur”, “alın yazısı değişmez” zihniyetinin bir sonucu mu bu durum? Yapılan araştırmalar, kazaların sadece %3’ünün önceden görülemez (öngörülemez) kazalar olduğunu göstermektedir. Bir başka deyişiyle, kazaların sadece %3’ü belkide “dini” anlamda “kaza-kader” anlayışının sonucu olabilir. Buna karşılık, kazaların %97’sinin önceden tedbir alınıp önlenebileceği bilinen bir gerçektir. Bunun anlamı, ülkemizde yıllık ortalama 1.500 kazadan sadece 45 tanesinin öngörülemeyen kaza (kader) olduğudur. Buna karşılık 1.455 kazanın önceden tedbir alınıp önlenebileceği ortaya çıkıyor. Öyleyse, kazalar “kader” değildir, demek yanlış olmaz.
Sayın İmren AYKUT’un Çalışma Bakanlığı zamanından beri 20 küsur yıldır Mayıs aylarının ilk haftası İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası olarak kutlanır. yapılan seminerlerde bu satırların yazarı da görev almıştı.. Sayın Vecdi GÖNÜL’ün İzmir Valisi olduğu dönemde bu haftalardan birinde bizim de görevli olduğumuz bir seminerde, sayın Vali yaptığı açış konuşmasında açık açık “kazalar kader değildir” demişti. Şimdi, geçen dönemin Milli Savunma Bakanı, halen AKP milletvekili olan sayın Vali’nin bir o konuşmasına bir de sayın Başbakanın konuşmasına bakıyorum, o zamandan bu yana “devlet adamı” ile “siyasetçi” arasındaki farkı daha iyi gürüyorum.
Ülkemizde, iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle günde, evet her gün, ortalama 4 kişi ölmekte 9 kişi de yaklaşık 10 milyon kişiyi bulan sakatlar ordusuna katılmaktadır. Ülkemizin bu yüzden uğradığı iş günleri kaybı, ilaç ve doktor gibi sağlık yardımları, ödenen tazminatlar, geçici veya sürekli iş göremezlik ödenekleri, araç gereç ziyanı, kaza nedeniyle işyerinde işçilerin motivasyon eksikliğinden kaynaklanan ve günlerce süren verim ve randıman düşüklüğü, yine yapılan araştırmalara ve resmi rakkamlara göre milli gelirin % 4’üne tekabül etmektedir. Bu 25-30 milyar dolara tekabül eden korkunç bir rakamdır.
Bir Atatürk barajının 8 milyar, 3. Boğaz köprüsünün maliyetinin 5 milyar olduğu göz önünde tutulacak olursa, varın gerisini siz hesaplayın. Kaldı ki, buna, çekilen acılar, yetim ve dul kalan insanların üzüntüleri ve gelecek kaygıları, babasız kalan çocukların nasıl iyi bir yurttaş olarak yetiştirilecekleri, bu nedenle uğranılan manevi ve ayrıca bunun doğuracağı maddi kayıplar dahil değildir. Ülkemizin görünmeyen bu kaybı, geriliğimizin başlıca sebeplerinden biridir. Yoksa “kaderimizin” sonucu değil!..
Prof. Dr. Fevzi DEMİR
http://www.gozlemgazetesi.com/yazarlar/prof-dr-fevzi-demir/1019-is-sagligi-ve-is-guvenligi-yasa-tasarisi-1-is-kazalari-kader-degildir.html