Geçen yıl çıkan 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu, son 160 senedeki dördüncü kanun oldu.
Bundan evvel Osmanlı döneminde 1850 yılında Kanunname-i Ticaret, Cumhuriyet döneminde ise 1926 ve 1956 yıllarında iki ayrı Türk Ticaret Kanunu çıkartılmıştı. Dolayısıyla son çıkan kanun, 61 yıl sonra Cumhuriyet döneminde çıkan üçüncü kanun olmuş oluyor.
Kanun geçen sene çıktı ancak yürürlüğe girme süresi 2012 Temmuz ayı başı. Yeni TTK, 60 senelik bir önceki kanunun bugünün ekonomik şartlarının çok gerisinde kalması sebebiyle kamuoyundan destek alarak kanunlaştı. Ancak kanunlaşma sürecinde ayrıntısıyla kamuoyunda yeterince tartışılamadığını da söylemek gerekiyor. Şimdi, yürürlüğe giriş tarihi yaklaşınca durum fark edildi ve bazı sakıncaları kamuoyunda yeni yeni tartışılmaya başlandı.
Eğer, bu sakıncalar hem kanunda bazı değişiklikler yapılarak hem de henüz hazırlanmakta olan alt mevzuatın tasarımı sürecinde ortadan kaldırılırsa kanun, Türkiye'ye önemli fayda sağlayabilir. Ancak bu sakıncalar giderilmezse, zaten müteşebbisliğin gelişmediği ülkemizde şirketleşme sürecine köstek olur. Üretim, ihracat ve istihdam yara alır. Ayrıca devlet kapısında iş bekleyenler çoğalır.
Kanun hakkında olumlu görüşler
Kanun hakkında olumlu görüş bildiren kurumlar var. Örneğin, TÜRMOB, hazırladığı raporda, yeni ticaret kanununun Türk şirketlerinin uluslararası rekabet gücünü ve Türk ekonomisine duyulan güveni artıracağının altını çiziyor. TÜRMOB, kanunun üç önemli temel üzerinde yükseldiğini söylüyor: Şeffaflık ve kurumsal yönetim, sermaye yapısının güçlendirilmesi ile hızlı karar alma ve güvenli ticaret.
TÜRMOB'a göre, kanun, şeffaflık ve kurumsal yönetim ilkelerini şirketlere yayarak şirketi "işletme sahibi veya yöneticinin özel mülkü olmaktan çıkartıyor, üzerinde ortakların, çalışanların ve alacaklıların da hakkı olan kurumsal yapılar haline getiriyor". Yine aynı kuruma görme, yeni kanunun mecbur tuttuğu uluslararası muhasebe sistemlerine geçince Türk şirketlerinin "rekabet gücü" artacak, kayıt dışılık sona erecek, şirketlerimiz yerellikten çıkacak uluslararası hale gelecek.
TÜRMOB, şunların da altını çiziyor: Yeni kanunla birlikte küçük pay sahiplerinin hakları daha iyi korunacak, tek başına şirket kurulabilecek, anonim şirketlerde yönetim kurulu tek kişiden oluşabilecek, şirketlerin kredibilitesi ve kredi imkânları artacak, şirket bilgilerine erişim kolaylaşacak, şirketlerin esas sözleşmede belirttikleri faaliyet alanı sınırlamaları kalkacak (yani, daha fazla alanda iş yapabilmek için "danışmanlık ticaret, sanayi, gazozculuk, madencilik" gibi uzun şirket isimleri koyulmayacak, şirket kurma süreçleri basitleştiriliyor.
Yeni kanunun getirdiği yeniliklerden birisi şirket genel kurul ve yönetim kurulu toplantılarının elektronik ortamda yapılabilmesi. Yeni kanunla tacirler arası resmi iletişim elektronik olarak ve şirket hesapları elektronik ortamda yapılabilecek. Bunlar gerçekten önemli ve faydalı yenilikler.
TTK'NIN eleştirileN Bazı YÖNLERİ
Kanunun olumlu maddeler içerdiğine şüphe yok. Ancak çeşitli iş kesimlerinden getirilen bazı eleştiriler var. Bu eleştiriler içinde katıldıklarımı şu ana kategorilere ayırabilirim:
Tüm şirketlere denetim zorunluluğu şirketlerin maliyetini artıracak ve dolayısıyla şirketleşmeyi ve müteşebbisliği köstekleyecek. Denetçiler şirketin başarısından çok kendi sorumluluklarını düşünerek şirket faaliyetleri üzerinde "fren" etkisi yapacaklar. Bu da şirket sahipleri ve yöneticilerinin motivasyonunu kıracak. Açıkçası, kanunun tasarımında, (biraz mübalağa edersek) denetçilerin her zaman ve şartta iyi niyetli, şirket yönetici ve sahiplerinin ise çoğu zaman kötü niyetli olabilecekleri gibi bir hava sezdim. Alt düzenlemelerde denetim zorunluluğunun belli bir ölçeğin ve sistemik risk taşıyabilecek şirketlere yoğunlaştırılması gerekiyor. Belli büyüklükteki şirketler de zaten dış denetim yaptırıyorlar.
Kanun, şirketlerin bürokratik yükünü artırıyor. İlave depolama, arşivleme yükü getiriyor. Yıl sonunda noterlere tasdik ettirilmesi gereken belge sayısı birkaç katına çıkıyor. Yani şirketlerin operasyonel maliyetleri artıyor. Bu da şirketlerin uluslararası rekabet gücünün zayıflaması manasına geliyor.
Şirketlerin ceza korkusu da artıyor. Örneğin, kanunun 64. maddesine göre "tacir, işletmesiyle ilgili olarak gönderilmiş bulunan "her türlü" belgenin, fotokopi, karbonlu kopya, mikrofiş, bilgisayar kaydı veya benzer şekildeki bir kopyasını, yazılı, görsel veya elektronik ortamda saklamakla yükümlüdür." "Her türlü" belgenin neleri kapsadığı muğlak. Ancak bu konuda hata yapanlar 4.000 ile 20.000 TL'ye tekabül eden cezalar görecek. Şirket defterlerine "zamanında" (kanunda ne manaya geldiği açıklanmamış) kayıt yapılamaması yine benzer cezalara sebebiyet veriyor. Bunun gibi çok sayıda ceza var kanunda.
Cezaların içinde hapis de var. Dürüst bir tüccarın kasıtsız bir hatadan dolayı hapse girme ihtimali ve riskinin, müteşebbisliğin zaten zayıf olduğu ülkemize pek iyi geleceğini zannetmiyorum.
Kanun, her şirkete web sitelerinde şirketle ilgili çok sayıda mali bilgiyi yayınlama zorunluluğu getiriyor. Bu bilgiler içinde üst düzey yöneticilerin ve yönetim kurulu üyelerinin ücretleri de yer alıyor. Bu zorunluluğun faydası belli değil ancak sakıncaları var. Bu bilgi "yayını" zorunluluğunun şirket büyüklüğüne ve tipine göre ayrıştırılması daha faydalı olur. Şirket hakkında bilgi edinmek isteyen bir tedarikçi, müşteri ya da banka, web sitesinde yayınlanmasa da bu bilgileri şirketten talep edebiliyor, sağlanmazsa ya da bilgilerin veriliş tarzı güven vermezse şirketle iş yapmıyor. Banka gibi kurumlar gerekirse şirket hakkında daha detaylı istihbaratı zaten yapıyorlar. Hatta gerekirse şirket hesaplarına dış denetim şartı bile getirebiliyorlar. Dolayısıyla, web sitesinde şirketin tüm bilgilerinin yayınlanmasının getireceği ilave fayda sınırlı ancak maliyeti yüksek.
Muhtemelen bundandır ki Avrupa ülkelerinde ya da diğer ekonomilerde bu tür zorunluluklar yok. Bunun yerine yukarıda bahsedilen mekanizmalar çalışıyor. Ya da kredi istihbaratı kuruluşları var. Ücreti mukabili şirketin finansal geçmişini (borç ödeme kabiliyeti gibi) bu şirketlerden satın alabiliyorsunuz.
Ortakların şirketten makul seviyelerde dahi borç alamaması, şirkete yeni sermaye koymalarında tereddüt etmelerine sebep olabilir. İhtiyacı olduğu zaman şirketten (makul bir miktar dahi olsa) borç alamayacaksa elindeki yeni tasarrufu şirketine yatırmayabilir mi? Dolayısıyla kanun, şirketlerin sermaye yapılarını güçlendirmeye çalışırken tam tersi etki edebilir.
Bir de, muhasebe sisteminin uluslararası hale gelmesiyle şirketlerin rekabet gücü arasında doğrudan bir ilişki görmekte zorlanıyorum. Mevcut tekdüzen hesap sisteminin de güçlü yanları var. Mesele, sistemin istismar edilmeden kullanılması.
Bu köşede daha evvel yazıldı. Müteşebbislerimiz, iş maliyetlerini kısmak için daha az vergi ödemek istiyorlar. Bunun için de defterlerini bozuyorlar. Oysa kârlılıklarını (tabi kârlıysalar) mali tablolarında gösterseler banka kredilerine daha kolay erişebilecekler; şirketlerini yerli-yabancı yatırımcıya satabilecekler; halka açılarak sermaye piyasalarına erişecekler. Burada sorun muhasebe sisteminin UFRS olmaması değil.
Özetlersek; kanun, Türkiye için faydalı. TBMM'yi tebrik ediyoruz. Ancak bazı potansiyel sakıncalarının ortadan kaldırılması gerekiyor.
Murat Yülek
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1266939&title=yeni-ttknin-artilari-eksileri