Geçen haftaki yazımın sonunda 12 Haziran seçimlerinde halkın siyasal istikrarı pekiştiren tercihiyle politikalarda kararsızlık gerekçelerini ortadan kaldırdığını, şimdi artık sıranın ekonomik performansın kalıcılığını ve risk puanının düşürülmesi anlamına gelecek idari istikrarı sağlayacak bir eylem programı uygulamasında olduğunu belirtmiştik. Aradan henüz bir hafta geçmişken piyasalardaki gelişmeler bu söylediklerimizi doğruladı; borsa düşme, döviz yükselme trendine girdi. Faizlerde de beklentinin yönü yukarı doğru. Anlaşılıyor ki seçimlerin sonlandırdığı belirsizlikler sadece ülkeyi kimin yöneteceği ile ilgili; ülkenin nasıl ve hangi temel politika öncelikleri ile yönetileceği ise tartışmaya açık bir sorunsal olmaya devam edecek.
Piyasa beklentileri ve bizim ihtiyacımız
Türk ekonomisi ile ilgili yerli ve yabancı oyuncuların şu sıradaki temel beklentileri, kronikleşen cari açık sorununun geleceği ve bu sorunun çözümü için yeni bir tedbir (ya da tedbirler) tasarlanıp tasarlanmadığı etrafında yoğunlaşıyor. Genellikle ekonominin soğutulması ve sıcak para girişinin caydırılması doğrultusunda şekillenen bekleyişler, faizlerde ve döviz kurlarında yumuşak ya da sert bir düzeltme sürecine endekslenmiş gibi. Hükümetin en üst düzeyde ifade edilen tercihleri, faiz politikasında değişikliğin zamana yayılacağını, ancak döviz kurunda TL'nin gerçek değerine oturma yörüngesine gireceğini düşündürüyor.
Ancak piyasa oyuncularının beklentilerine cevap verilmesi, Türkiye'nin kendi temel gündemi açısından sadece kısa vadeli bir sorunun aşılması anlamına gelir. Büyüme performansının ne ölçüde sürdürülebileceği ve kitlelerin oylarında yankısını bulan refah artışı beklentisinin nasıl karşılanacağı ise bu kısa vadeli çözümü aşan bir vizyon ve politika demeti gerektirir. Bunun için reel sektörün daha fazla katma değer içeren ve rekabet gücü taşıyan bir üretim yapısına kavuşturulması, bu amaçla başta işgücü olmak üzere faktör verimliliklerinin finans, vergi ve teknoloji politikalarıyla arttırılması, ihracata yönelik kapasitelerin güçlendirilmesi ayakları üzerinde yükselen yeni bir ekonomik program zorunlu.
Nasıl bir maliye ve vergi politikası?
Böyle bir programın sadece kısa vadeli dengeleri güvenceye alacak para politikası tedbirlerine yaslanarak başarılması ise mümkün değil. Ekonomik yapı ile ilgili dönüşüm politikalarına ağırlık verilmesi ve zaten çoğunlukla yapısal karakteri ağır basan maliye politikası tedbirlerine başvurulması kaçınılmaz.
İşlerin iyi gittiği konusunda pekişen güvenin dağılmaması ve büyüme trendinin ülkenin yakın 20 yıllık tarihinde yaşadığımız ama dönmek istemediğimiz durgunluk ve kriz sarmalına yakalanmaması için maliye politikasının sadece cari açığı küçültmeye yönelik, sözgelişi ithal ürünlerine vergi gibi nokta atışı şeklinde tasarlanması da yetersiz ve yanlış olur.
Bunun yerine kuşkusuz aşırı ithalat ve iç tüketim eğilimlerini sınırlamayı da içeren, ama daha önemlisi hem bu yüzden oluşacak vergi kaybını telafi edecek ve hem de kamu finansmanını konjonktürel ve tesadüfi faktörlere bağımlı vergi performansından kurtaracak sistemik karakterde bir Gelir Vergisi reformu konusunda kararlı ve hızlı adımlar öngören bir eylem programı başlatmanın tam da şimdi zamanı gelmiştir.
Reformlara toplumsal destek var
Aslında kabul etmek gerekir ki bu hükümet, 2007 öncesinde kararlı bir şekilde sürdürdüğü yapısal reformlar bağlamında vergi reformunun bir bacağını, çağdaş ve rekabetçi bir Kurumlar Vergisi yasası ile tamamlamış, gövdeyi teşkil eden Gelir Vergisi yasasının da hazırlıklarını başlatmış ve yoğun çalışmalar yaptırmıştır. Gerek Gelir İdaresi Başkanlığı'nda, gerekse Bakanlığın danışma organı niteliğinde ve sivil toplum ile özel kesimin yaygın katılımı ile oluşturulan Vergi Konseyi'nde bu konuda geniş bilgi ve alternatif çözüm birikimi değerlendirmeye hazır bulunmaktadır.
Toplumun da sadece günü kurtarmaya değil, kalıcı çözümlere ve büyüme trendinin istikrarlı bir şekilde sürdürülmesine dönük politikalara güven duyma olgunluğuna eriştiği, bu konularda söz konusu olabilecek direnci aşan bir uzlaşma ortamının oluştuğu son seçim sonuçlarıyla anlaşılmıştır. Bu açıdan sadece vergiler yönünden değil, harcamalar yönünden de popülist politikalar için ciddi bir toplumsal baskı oluşması muhtemel görünmemektedir.
Ne yapıyorsa toplumun çıkarı için yaptığı konusunda halkın geniş desteğini almış bir hükümetin ne vergi sisteminde yapısal dönüşümü ertelemesine, ne de göz boyama amaçlı verimsiz harcamalara yönelmeye ihtiyacı olmaması, küresel konjonktür desteklerinden çok kendi dinamiklerimize güven gerektiren bir dönemde umut veriyor.
Adnan NAS
Dünya