Tüketici kredilerinde KKDF artışına ilişkin yürütmenin durdurulması kararı ve sonuçları
I. Giriş
28.10.2010 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 2010/974 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı (BKK) ile 25.10.2010 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere bankalar ve finansman şirketlerince kullandırılan tüketici kredilerinde (ticari amaçla kullanılmamak kaydıyla gerçek kişilere kullandırılan krediler) Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu (KKDF) kesintisi oranı % 10'dan % 15'e yükseltilmiştir.
Değişikliğe ilişkin Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından Türkiye Bankalar Birliği'ne gönderilen 28.10.2010 tarih ve 97121 sayılı yazıda, kredinin kullanım tarihine bakılmaksızın bütün tüketici kredilerinde 28.10.2010 tarihinden itibaren 2010/974 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen % 15 oranının kullanılacağı belirtildikten sonra, Türk Lirası kredilerde fon kesintisi faiz tahakkukunda doğduğundan, bu kredilerle ilgili olarak kredi kullanım tarihine bakılmaksızın 28.10.2010 tarihinden (bu tarih dahil) sonra tahakkuk ettirilecek faizler için fon kesintisi oranının % 15 olarak uygulanması gerektiği belirtilmiştir.
Tüketici Dernekleri Federasyonu tarafından 2010/974 sayılı BKK ve 28.10.2010 tarih ve 97121 sayılı Maliye Bakanlığı işleminin iptali ve yürütmenin durdurulması istemi ile Danıştay nezdinde dava açılmış ve Danıştay 10. Dairesi E.2010/14697 esas numaralı dosyada yaptığı incelemede, yürütmenin durdurulması isteminin Bakanlar Kurulu Kararı yönünden reddine, Maliye Bakanlığı işlemi yönünden ise kabulüne karar vermiştir.
Danıştay'ın yürütmenin durdurulması kararı üzerine Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından Tüketici Finansmanı Şirketleri Derneği'ne gönderilen yazıda, Danıştay kararının kendilerine 08.06.2011 tarihinde tebliğ edildiği, bu karara karşı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'na itiraz edildiği, Danıştay Başkanlığınca konuya ilişkin yeni bir karar verilinceye kadar, 08.06.2011 tarihinden itibaren, 28.10.2010 tarihinden önce kullandırılan sabit oranlı Türk Lirası kredilerde KKDF kesinti oranının % 10 olarak uygulanmasının gerektiği, değişken faizli veya dövize endeksli Türk Lirası kredilerinde ise kredi kullanım tarihine bakılmaksızın fon kesinti oranının 2010/974 sayılı BKK uyarınca % 15 olarak uygulanması gerektiği belirtilmiştir.
Süreci yukarıda verilen somut olaya ilişkin bu makalemizde öncelikle, Danıştay 10. Dairesi tarafından verilen yürütmenin durdurulması kararı, yürütmenin durdurulması müessesesinin hukuki niteliği dikkate alınmak suretiyle ve sonuçları itibarıyla irdelenecek, daha sonra Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nca itiraz üzerine verilebilecek muhtemel kararlar değerlendirmeye konu edilecektir.
II. Danıştay 10. Dairesi'nin yürütmenin durdurulması kararı
Tüketici Dernekleri Federasyonu tarafından 2010/974 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 28.10.2010 tarih ve 97121 sayılı Maliye Bakanlığı işleminin iptali ve yürütmenin durdurulması istemi ile Danıştay nezdinde açılan davada, Danıştay 10. Dairesi'nin yürütmenin durdurulması isteminin Bakanlar Kurulu Kararı yönünden reddine, Maliye Bakanlığı işlemi yönünden ise kabulüne verdiği karar incelendiğinde, kararda sabit oranlı Türk Lirası tüketici kredileri ile değişken faizli veya dövize endeksli Türk Lirası kredileri arasında bir ayrım yapıldığı görülmektedir.
Nitekim 28.10.2010 tarih ve 97121 sayılı Maliye Bakanlığı işlemi hakkında sabit oranlı Türk Lirası tüketici kredileri ile değişken faizli veya dövize endeksli Türk Lirası kredileri arasında bir ayrım yapmadığı gerekçesiyle yürütmenin durdurulması kararı verilmiştir.
Danıştay kararında öncelikli olarak sabit oranlı tüketici kredilerine ilişkin olarak tespit ve değerlendirilmeler yapıldığı görülmektedir. Buna göre kararda,
· Sabit oranlı tüketici kredisi kullandıran bankalar, özel finans kurumları ve finansman şirketlerince, kredinin kullanıldığı tarihte geçerli olan faiz oranları üzerinden tahakkuk ettirdikleri kredi faizine, yine kredinin kullanıldığı tarihte geçerli olan KKDF kesinti oranını uygulamak suretiyle KKDF kesintisi tahakkuk ettirildiği,
· Bu şekilde tahakkuk eden faiz ve fon kesintisinin tahsil edileceği tarihleri gösteren ödeme planının ise tüketiciye verildiği, böylelikle sabit oranlı tüketici kredisinin kullanıldığı tarihte bankalar, özel finans kurumları ve finansman şirketlerince faiz ve fon tahakkukunun yapıldığının anlaşıldığı,
· Dolayısıyla kredinin kullanıldığı tarihte faiz tahakkukunun kesinleşmiş olduğu,
belirtilmiştir.
Sabit oranlı tüketici kredilerine ilişkin olarak yukarıda yer verilen tespitler yapıldıktan sonra, Maliye Bakanlığı işlemi "hukuki güvenlik ilkesi" açısından değerlendirilmiştir. Bu kapsamda,
· İdari işlemlerin kural olarak tesis edildikleri tarihten itibaren yürürlüğe girecekleri hususunun idare hukuku ilkelerinden olduğu ve geçmişe yürüme yasağı olarak da ifade edilebilecek olan bu ilkenin hukuk güvenliği ilkesinin de temelini oluşturduğu,
· Hukuk devletinin önemli unsurlarından olan hukuk güvenliği ilkesinin yürürlükteki mevzuata dayanılarak tesis edilmiş ve kesinleşmiş bir işlemle kişilerin sahip oldukları kazanımların korunması anlamına geldiği,
· Kişilerin kendi lehlerine bir işlemi yaparken yürürlükteki mevzuata güvendikleri ve daha sonra yürürlüğe girecek bir düzenlemeyi öngörme imkanları bulunmadığı,
belirtilmiştir.
Kararda ayrıca Maliye Bakanlığı'nın 2004 yılındaki benzer uygulamasına da değinilmiştir. Nitekim yine 15.08.2004 tarihinden itibaren geçerli olan 2004/7735 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı'na istinaden KKDF oranı % 10'dan % 15'e çıkarılmış, ancak bu artışla ilgili olarak Maliye Bakanlığı, Bankalar Birliği'ne hitaben yazmış olduğu 16.08.2004 tarih ve 037647 sayılı genel yazıda yeni oranın Karar'ın yayım tarihinden itibaren kullanılacak ve temdit edilecek tüketici kredilerine uygulanacağı ve 15.08.2004 tarihinden önce kullandırılmış olan tüketici kredilerine ilişkin faiz tahakkuklarında ise eski oranın (% 10) uygulanacağı ifade etmiştir.[1]
Kararda da Maliye Bakanlığı'nın 2004 yılındaki benzer uygulamasına atıfta bulunularak, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı'ndan önce değişik tarihlerde KKDF kesinti oranlarında yapılan artışın hukuki güvenlik ilkesi uyarınca, kesinti oranının artırılmasına ilişkin kararın yayımlandığı tarihten itibaren kullandırılacak ve temdit edilecek tüketici kredilerine uygulandığı, kararın yayımlandığı tarihten önce kullanılan sabit oranlı Türk Lirası kredilerine ise kesinti oranındaki artış uygulanmadığı belirtilmiştir.
Kararda, değişken faizli veya dövize endeksli Türk Lirası kredilere ilişkin olarak ise Merkez Bankası'nın 10. Daire'nin ara kararına cevaben gönderdiği yazıya atıfla,
· Değişken faizli veya dövize endeksli Türk Lirası kredilerde faiz dahil taksit ödemelerinin hangi tutarda olacağının kredi kullandırma tarihinde kesin olarak belirlenmesinin mümkün olmadığı,
· Sözü edilen krediler için düzenlenen ödeme planında yer alan tutarların tahakkuk etmiş nihai faiz tutarı olmadığı,
· Dolayısıyla değişken faizli veya dövize endeksli Türk Lirası krediler dışındaki sabit faizli tüketici kredileri ile ilgili olarak kredinin kullanıldığı tarihte düzenlenen ödeme planında yer alan tutarların tahakkuk etmiş nihai faiz tutarı olduğu kabul edildiği,
belirtilmiştir.
Yukarıda yer verilen tespit ve değerlendirmeler ışığında, Danıştay 10. Dairesi, sabit oranlı Türk Lirası tüketici kredilerinde faiz tahakkukunun ve buna bağlı fon tahakkukunun, kredinin kullanıldığı tarihte yapılmış olması karşısında, fon kesinti oranını artıran dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı'nın, bu karardan önce kullanılan sabit oranlı Türk Lirası tüketici kredilerine uygulanması ve Bakanlar Kurulu Kararı'ndan önce tahakkuk ettirilen mali yükümlülüğün bu şekilde artırılmasının hukuk güvenliği ilkesi ile bağdaşmadığına ve fakat ödeme planında belirlenen ödeme tarihlerinde, faiz ve fon tahakkuku yapılan değişken faizli veya dövize endeksli Türk Lirası kredilerde ödeme tarihleri itibarıyla fon kesinti oranını artıran Bakanlar Kurulu Kararı'nın uygulanacağının tabii olduğuna karar vermiştir.
Sonuç itibarıyla, sabit veya değişken faiz oranlı krediler arasında ayrım yapılmadan ve kredi kullanım tarihine bakılmadan 28.10.2010 (bu tarih dahil) tarihinden sonraki kredi ödemelerinde % 15 oranında fon kesintisi uygulanacağına ilişkin Maliye Bakanlığı'nın dava konusu 28.10.2010 tarih ve 97121 sayılı işleminde hukuka uyarlık bulunmadığına ve anılan işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir.
III. Yürütmenin durdurulması kararları
A. Hukuki niteliği
Yürütmenin durdurulması, idari işlemlerin uygulanmasının dava sonuna kadar ertelenmesini sağlayan bir tedbirdir. Yürütmenin durdurulması kararı ise idarenin kamu gücüne dayanarak gerçekleştirdiği ve herhangi bir izne tabi olmaksızın uyguladığı işlemlerin yürütmesini işlemez hale getirerek, uygulanabilirliğinden yoksun bırakan bir yargı işlemidir.
Yürütmenin durdurulması kararlarının asıl işlevi, ileride verilebilecek olan bir iptal kararının verildiği tarih itibarıyla tamamen veya kısmen etkisiz halde olmasını önlemektir. Dolayısıyla bu kararlar, iptal davasına anlam ve içerik kazandıran ve etkili bir idari yargı denetimi sağlayan bir hukuki araçtırlar.[2]
Yürütmenin durdurulması müessesesinin düzenlendiği İYUK'nun 27. maddesinin birinci fıkrasında Danıştay'da veya idari mahkemelerde dava açılmasının, dava edilen işlemin yürütmesini durdurmayacağı belirtildikten sonra madde hükmünün ikinci fıkrasında;
"Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler."
şeklinde belirtilmiştir.
Hüküm uyarınca, mahkemelerce idari işlemin açıkça hukuka aykırılık teşkil etmesi ve telafisi güç veya imkansız zararların doğması şartlarının birlikte gerçekleştiğine kanaat getirilmesi halinde yürütmenin durdurulması kararı verilebilecektir.
Bir iptal davasında verilmiş bulunan yürütmenin durdurulması kararı, hukuki niteliği itibarıyla, henüz ortada iptal kararı bulunmadığı halde, iptali istenen işlemi ve ona bağlı işlemleri durduran, geriye yürüyen sonuçlar doğuran, işlemin tesis edildiği tarihten önceki hukuki durumun geçerliliğini sağlayan bir karardır ve bu kararın verilmiş olması ile o işlemin hukuka aykırılığı idari yargı yerince saptanmış olmaktadır. Bu yönüyle yürütmenin durdurulması kararı iptal kararı ile etkileri bakımından tam bir benzerlik gösterir.[3]
Nitekim, Danıştay 10. Dairesi'nin 15.02.1990 tarih ve E.1989/2490 K.1990/270 sayılı kararında;
"…Yürütmenin durdurulması, iptal davalarına sıkı sıkıya bağlı, adli yargıdaki ihtiyati tedbirden farklı, bütünüyle idari yargıya özgü idari yargı denetim biçimidir. İdari yargıca verilen yürütmenin durdurulması kararları, tıpkı iptal kararları gibi geriye yürüyen, hukuka aykırılığı saptanan dava konusu işlemleri tesis edildiği tarih itibarıyla işlemez hale getiren, askıya alan yargısal işlemler olup; dava konusu işlemlerden önceki hukuki durumların yürürlüğünü sağlarlar."
denilmek suretiyle, yürütmenin durdurulması kararlarının hukuki niteliği itibarıyla iptal kararları ile aynı sonucu doğurduğu açıkça ifade olunmuştur.
Danıştay 6. Dairesi 30.01.1992 tarih ve E.1990/933 K.1992/394 sayılı kararında ise idari işlemin iptali istemiyle açılan davalarda mahkemelerce verilen yürütmenin durdurulması kararlarının iptal kararları gibi işlemin tesisinden önceki hukuki ve fiili durumun geri gelmesini sağlayan, hukuka aykırı idari işlemi ortaya çıkacak zararların önlenmesi açısından askıya alan bir işlem olduğu ve yürütmenin durdurulması kararlarının hemen yerine getirilmesinin gerekli olduğu belirtilmiştir.
Yukarıda yer verilen kararlara benzer şekilde, Danıştay 5. Dairesi'nin 28.03.1982 tarih ve E.1980/11315 K.1982/3125 sayılı kararında da;
"…İdare hukuku ilkelerine göre iptal kararları iptali istenilen idari tasarruf ve ona bağlı işlemleri ittihaz edildiği tarihten itibaren ortadan kaldırarak tasarrufun ittihazından önceki hukuki durumu ortaya koyar.
İptal davasında verilmiş bulunan yürütmenin durdurulması kararı da aynı niteliktedir. Yani henüz ortada bir iptal kararı bulunmadığı halde iptali istenilen idari tasarrufu ve onun sonucu olan işlemleri durdurur ve bu tasarruf ve işlemlerin tesisinden ve icrasından önceki durumun yürürlüğünü sağlar."
şeklinde belirtilmek suretiyle, yürütmenin durdurulması kararlarının iptal kararları ile aynı hukuki niteliğe sahip olduğu belirtilmiştir.
Yürütmenin durdurulması kararının bu hukuki niteliğine göre, yürütmesinin durdurulmasına ilişkin Danıştay 10. Dairesi'nin kararı sonrasında, 28.10.2010 tarih ve 97121 sayılı Maliye Bakanlığı işleminin yürütülebilirliği işlem tesis edildiği tarihten itibaren askıya alınmıştır. Bir diğer ifadeyle Maliye Bakanlığı işleminin icrailiği, konu hakkında yeni bir karar verilinceye kadar durmuştur.
B. Yürütmenin durdurulması kararına itiraz
Maliye Bakanlığı, 28.10.2010 tarih ve 97121 sayılı yazının yürütmesinin durdurulmasına ilişkin Danıştay 10. Dairesi'nin 13.05.2011 tarih ve E. 2010/14697 sayılı kararına karşı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'na itirazda bulunmuştur.
Yürütmenin durdurulması kararına karşı itiraz edilmesi üzerine itirazı inceleyen makam tarafından itirazın reddi veya itirazın kabulü yönünde iki karar verilebilir:
1- İtirazın reddi ve yürütmenin durdurulması kararının kesinleşmesi halinde; dava sonuçlanıncaya kadar yürütmenin durdurulması kararı hükümlerini doğuracak ve dolayısıyla mahkemece yeni bir karar verilene kadar yürütmenin durdurulmasına karar verilen işlemin icrailiği askıya alınmış olacaktır.
Somut olayda Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun bu yönde karar vermesi halinde, mahkemece yeni bir karar verilinceye kadar 28.10.2010 tarihinden önce kullandırılan sabit oranlı Türk Lirası kredilerde KKDF kesinti oranının % 10 olarak uygulanması gerekecektir.
2- İtirazın kabulü ve yürütmenin durdurulması kararının kaldırılması halinde; itirazı inceleyen makamın itirazın kabulüne hükmettiği tarihten itibaren dava sonuçlanıncaya kadar idari işlemin uygulanması hukuken mümkün hale gelecektir.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun itirazın kabulüne hükmettiği tarihten itibaren dava sonuçlanıncaya kadar 28.10.2010 tarihinden önce kullandırılan sabit oranlı Türk Lirası kredilerde KKDF kesinti oranının % 15 olarak uygulanması hukuken mümkün hale gelecektir.
İtirazı inceleyen makamın itirazın kabulüne hükmetmesi halinde ortaya çıkabilecek başka bir sorun ise idari işlemin yürürlüğünü durdurma kararına istinaden tesis edilen birel işlemlerin, itiraz merciince verilen yürütmenin durdurulması kararının iptaline istinaden geri alınması ve değiştirilmesinin gerekip gerekmediğidir.
Belirtmek isteriz ki, yürütmenin durdurulması kararı nedeniyle tesis edilen birel işlemlerin sonradan yürütmenin durdurulması kararının hükmünü yitirmesi halinde dahi, hukuki istikrar ilkesi gereği geri alınmaları ya da değiştirilmeleri mümkün değildir ve yerleşik hale gelmiş Danıştay kararları da bu yöndedir.
Nitekim, Danıştay 5. Dairesi'nin 18.03.1997 tarih ve E.1997/230 ve K.1997/605 sayılı kararında şu şekilde hüküm tesis edilmiştir:
"...yürütmeyi durdurma kararının davacıya yönetim kurulu üyeliği görevinin gerektirdiği özlük ve mali hakların ödenmesini zorunlu kıldığı, daha sonra anılan kararın kaldırılmasının yapılan ödemelerin ilgili için haksız bir zenginleşme olarak kabulüne neden oluşturmayacağı, çünkü memurun yürütmenin durdurulması kararı gereği olarak, bu karar kaldırılana kadar, önceki görevinin tüm haklarına sahip bulunduğu ve bunun yasal dayanağının da yürütmenin durdurulmasına ilişkin karar olduğu açık bulunmakla, tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gibi… "
Danıştay 5. Dairesi tarafından 21.4.1988 tarih ve E.1988/745 K.1988/1345 sayılı kararda da;
"İdare Mahkemesi kararıyla, İdare Hukuku ilkelerine göre iptal kararlarının iptali istenen idari tasarrufu ortadan kaldırarak o tasarrufun yapılmasından önceki hukuki durumu ortaya koyduğu, bir davada verilmiş bulunan yürütmenin durdurulması kararlarının da aynı nitelikte olduğu, Anayasa'nın 138. maddesine göre idarenin yargı kararlarını uygulamak zorunda bulunduğu, Danıştay 5. Dairesince verilen yürütmenin durdurulmasına ilişkin karar uyarınca davacının eski görev yeri olan uzmanlığa iade edilerek yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararın kaldırılmasına kadar bu kurumca terfilerinin yapılması gerekirken, yürütmenin durdurulması kararının kaldırıldığı ve davanın esastan da reddedildiği belirtilerek aksine tesis edilen işlemde yürütmenin durdurulması gerekleri ile bağdaşır bir cihet bulunmadığı gerekçesiyle işlemin iptaline ve terfinin yapılmaması nedeniyle davacının uğradığı maddi zararların tazminine"
hükmolunmak suretiyle, yürütmenin durdurulması kararının kaldırılmasının ve davanın esastan reddedilmesinin, yürütmenin durdurulması kararının etkisini sürdürdüğü süre zarfında doğuracağı icrai sonuçlara etki etmeyeceğini ve bu süre zarfında İdarece yürütmenin durdurulması kararına uygun şekilde işlem tesis edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Aksi halde, yürütmenin durdurulması gibi bir müessesenin varlığının hiçbir anlam ve önemi kalmayacaktır.
Danıştay 1. Dairesi de yukarıdaki kararlarda kabul edilen anlayışa paralel şekilde, 18.6.1983 tarih ve E.1983/124 K.1983/153 sayılı kararında;
"… Yürütmenin durdurulması kararları da tıpkı iptal kararları gibi dava konusu edilen işlemin tesis edildiği tarihe kadar geri gidip işlemin yapılmasından önceki durumu yerine getirdiğine göre, böyle bir kararın uygulanması, hem ilgilinin eski görevine iadesini hem de bu görevin gerektirdiği özlük haklarının işlem tarihinden itibaren ödenmesini zorunlu kılar. Daha sonra davanın reddedilmiş olması, yapılan bu ödemelerin ilgili yönünden haksız zenginleşme olması, düşünülmesine neden oluşturmaz. Zira yürütmenin durdurulması kararı gereği memur, dava konusu işlem tarihinden yürütmenin durdurulması kararının kaldırılmasına ya da davanın reddedilmesine kadar eski görevinin bütün hak ve yetkilerine sahip bulunmaktadır. O halde yapılan ödemenin yasal dayanağı vardır ve bu dayanak yürütmenin durdurulması kararıdır. Belirtilen nedenlerle, daha sonra açtığı dava reddedilmiş olsa dahi, yürütmenin durdurulması kararının uygulanması nedeniyle memurun özlük haklarına ilişkin olarak yapılan ödemelerin geri alınamayacağı mütalaa kılındı."
şeklinde hüküm tesis etmiştir.
Yer verilen Danıştay kararları ışığında, genel düzenleyici işlemin yürütülmesinin durdurulması nedeniyle yargı kararının uygulanması amacını taşıyan yeni bir karara dayanılarak tesis edilen birel işlemler sonradan yürütmenin durdurulması kararını ortadan kaldıracak başka bir yargı kararı olsa dahi, hukuki güven ve istikrar ilkeleri gereği hiçbir şekilde geri alınamaz ve değiştirilemezler. Nitekim bir mahkeme kararının hukuki koruması altında cereyan etmiş ve tüketilmiş vergilendirme işlemlerinin düzeltilmesi idarede istikrar ve güvenilirlik ilkelerini ciddi bir biçimde zedeleyecektir.
C. Yürütmenin durdurulması kararına istinaden oluşan hukuki duruma göre işlem tesis edilmesi
İYUK'un "kararların sonuçları" başlıklı 28. maddesinde Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre İdare'nin gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecbur olduğu belirtilmiştir. Bu süre hiç bir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.
Anılan hükme uygun olarak, Danıştay 10. Dairesi'nin yürütmenin durdurulması kararı üzerine, Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından Tüketici Finansmanı Şirketleri Derneği'ne gönderilen yazıda, yürütmenin durdurulması kararı uyarınca, 28.10.2010 tarihinden önce kullandırılan sabit oranlı Türk Lirası kredilerde KKDF kesinti oranının % 10 olarak uygulanacağı belirtilmiştir.
IV. Yürütmenin durdurulması kararları ile ilgili uygulamada ortaya çıkan sorunlar
Yukarıda yer verildiği üzere, mahkemece verilen yürütmenin durdurulması kararının ileride hükmünü yitirmesi halinde dahi, yürütmenin durdurulması kararı nedeniyle tesis edilen birel işlemlerin hukuki istikrar ilkesi gereği geri alınmaları ya da değiştirilmeleri mümkün değildir.
Ancak uygulamada İdare'nin, yürütmenin durdurulması kararının mahkemece verilen bir karar ile ortadan kaldırılması halinde, anılan yürütmenin durdurulması kararına dayanılarak tesis edilen işlemlerin geri alınmaları/değiştirilmeleri gerektiği iddiasıyla yürütmenin durdurulması kararının hükümlerini doğurduğu döneme ilişkin olarak ikmalen tarhiyatlar gerçekleştirildiği görülmektedir.
İdare'nin bu uygulamasına katılmak mümkün gözükmemektedir. Zira yürütmenin durdurulması kararı verilmesi üzerine mükellefler anılan mahkeme kararına göre işlem tesis etmektedirler ve bu şekilde tesis edilen vergilendirme işlemleri kesinleşmektedir. Daha sonradan yürütmenin durdurulması kararını ortadan kaldıran bir kararın ise kesinleşen vergi işlemlerine etki etmesi mümkün değildir. Aksi durum, hukuki güven ve istikrar ilkelerine aykırılık teşkil edecek; yürütmenin durdurulması kararının anlam ve önemini ortadan kaldıracaktır.
V. Somut olaya ilişkin değerlendirmelerimiz
Yukarıda yer verilen açıklamalarımız ışığında, Danıştay 10. Dairesi'nin Maliye Bakanlığı'nın 28.10.2010 tarih ve 97121 sayılı işleminin yürütmesinin durdurulması kararı uyarınca, Maliye Bakanlığı'nın işlemi tesis ettiği tarih ile Danıştay 10. Dairesi'nin yürütmenin durdurulmasına karar verdiği tarih arasında uygulanacak KKDF oranı açısından ikili bir ayrım yapmak gerekmektedir:
1- Belirtilen dönemde ihtirazi kayıtla beyanname vermek suretiyle dava açan mükellefler:
İhtirazi kayıtla beyanname vermek suretiyle fazladan ödenen KKDF tutarını dava konusu eden mükellefler açısından vergileme işlemi henüz kesinleşmediğinden, Danıştay 10. Dairesi'nin yürütmenin durdurulması kararı anılan davalara sunulabilecektir ve böylelikle davaların mükellef lehine sonuçlanma ihtimali yüksek olacaktır.
Uygulamada ihtirazi kayıtla beyanname verilmek suretiyle dava açılmamış olsa dahi yürütmenin durdurulması kararına istinaden mükelleflerin iade alabileceği yolunda görüşler bulunmaktadır.[4] Ancak dava açılmamış ise idari işlem kesinlik kazanmış olacağından, biz bu görüşe katılmıyoruz.
2- Belirtilen dönemde dava açmamış mükellefler:
Danıştay 10. Dairesi'nin yürütmenin durdurulması kararı, bu dönemde tekemmül eden ve kesinleşen vergilendirme işlemlerine etki edemez. Bu dönemde geçerli olan mevzuat dahilinde, vergilendirme işlemleri hüküm ve sonuçlarını geri dönülemez şekilde doğurmuştur. Aksi durum, gerçek anlamda bir geriye yürüme teşkil edecektir ki; bunun hukuki güven ve istikrar ilkeleri ile bağdaşmayacağı açıktır.
88/12944 sayılı Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu Hakkında Karar uyarınca, fon kesintilerinin yatırılmasından, kredi kullanan, krediyi kullandıran veya kullanılmasına aracılık eden ve vadeli ithalatta tahsilatı yapan bankalar, özel finans kurumları, finansman şirketleri ve gümrük idareleri sorumludur. 2002/4 seri numaralı Uygulama İç Genelgesi'nde de bankalar, özel finans kurumları ve finansman şirketlerinin hesaplayacakları fon kesintilerini 88/12944 sayılı karar ve T.C. Merkez Bankasının 6 sıra numaralı Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu Hakkındaki Tebliğ hükümlerine ve bu konuda yayımlanmış talimatlarına göre yürütecekleri belirtilmektedir.
Aynı şekilde Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından konuya ilişkin olarak yayımlanan 14.01.2011 tarih ve 2011/01 sayılı Genelge'de de fon mükellefi konumunda bankaların olduğu ve KKDF mevzuatı gereği tüketici kredisi kullanan kişilerin fon mükellefi olmadığı, anılan kişilerin banka ile tüketiciler arasında imzalanan tüketici kredisi sözleşmelerinde yer alan şartlar gereği nihai fon yükü taşıyıcısı durumunda bulundukları belirtilmiştir.
Dava açan bankalarca fazladan gerçekleştirilen kesintinin vergi dairelerinden iade alınması halinde bu tutarların asıl yüklenicisi konumunda bulunan tüketicilere yansıtıp yansıtılmayacağı hususu bankalar ile müşterileri arasında yapılan sözleşmelere ve dolayısıyla özel hukuk hükümlerine göre değerlendirilmesi gereken bir konudur.
Tüketicilerin fonun mükellefleri ile aralarında yapılan sözleşme hükümlerini inceleyerek, eğer hukuken sözleşmeleri elveriyorsa, mükelleflerden iade talebinde bulunmaları gerekmektedir.
Ayrıca yukarıda yapılan açıklamalarımız uyarınca, halihazırda itiraz aşamasında bulunan davada, Danıştay İdari Dava Dairesi'nin itirazın kabulüne hükmetmesi halinde yürürlüğünün durdurulması kararına istinaden tesis edilen birel işlemlerin, itiraz merciince verilen yürütmenin durdurulması kararının iptaline istinaden geri alınması ve değiştirilmesi mümkün değildir. Bir başka ifadeyle, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu itirazın kabulü yönünde hüküm tesis etse dahi anılan kararın tarihine kadar yürütmenin durdurulması kararına istinaden tesis edilen işlemler (sabit faizli Türk Lirası kredilerde % 10 oranında KKDF uygulanması) geri alınamazlar.
VI. Sonuç
Yukarıda yer verilen açıklamalarımız ışığında, halihazırda Danıştay İdari Dava Daireleri'nin itiraz üzerine verdiği bir karar bulunmadığından, Danıştay 10. Dairesi'nin yürütmenin durdurulması kararı hükümlerini doğurmaktadır.
Bu kapsamda, yürütmenin durdurulması kararı uyarınca;
· 28.10.2010 tarihinden önce kullandırılan sabit faizli Türk Lirası tüketici kredileri için % 15 yerine % 10 oranının uygulanması gerektiği iddiasıyla ihtirazi kayıtla beyanname vererek dava açan KKDF mükellefleri, Danıştay 10. Dairesi'nin yürütmenin durdurulması kararını açılan davalara sunabileceklerdir.
· Anılan dönemde dava açmayan mükellefler açısından vergilendirme işlemleri kesinleşmiş olduğundan bu döneme ilişkin olarak iade talebinde bulunulamayacağı kanaatindeyiz.
· Fazladan ödenen KKDF tutarlarını iade alan mükelleflerin bu tutarları fonun nihai yüklenicisi konumunda bulunan tüketicilere yansıtıp yansıtmayacağı hususu mükellefler ile tüketiciler arasında yapılan ve özel hukuk hükümlerine tabi sözleşmelere göre belirlenecektir.
· Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun Maliye Bakanlığı'nın itirazı üzerine itirazın reddi yönünde hüküm tesis etmesi halinde;
· Yürütmenin durdurulması kararı icrailiğini koruyacağından Mahkemece başka bir karar tesis edilinceye kadar 28.10.2010 tarihinden önce kullandırılan sabit faizli Türk Lirası tüketici kredileri için % 10 oranında KKDF uygulanacaktır.
· Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun Maliye Bakanlığı'nın itirazı üzerine itirazın kabulü yönünde hüküm tesis etmesi halinde;
· Yürütmenin durdurulması kararı ortadan kalkacağından itirazın kabulü yönünde hükmün tesis edildiği tarihten itibaren Mahkemece başka bir karar tesis edilinceye kadar 28.10.2010 tarihinden önce kullandırılan sabit faizli Türk Lirası tüketici kredileri için % 15 oranında KKDF uygulanması hukuken mümkün hale gelecektir.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun itirazın kabulü yönünde hüküm tesis etmesi halinde, Danıştay 10. Dairesi tarafından verilen yürütmenin durdurulması kararına istinaden tesis edilen işlemlerin ise hukuki güven ve hukuki istikrar ilkeleri gereğince geri alınamayacağı ve değiştirilemeyeceği kanaatindeyiz. Ancak yukarıda belirtildiği üzere uygulamada İdare'nin bu hususa ilişkin farklı uygulamaları bulunduğunu da hatırlatmak isteriz.
Av. Gökçe Sarısu Kanmaz/E&Y
[1]http://www.vergidegundem.com/tr/circularDetails?circularId=235399, "Tüketici kredilerinde KKDF kesintisinin oranı ile ilgili Danıştay Kararı", Sirküler No. 68
[2]Topuz İ., Özkaya K., Açıklamalı-İçtihatlı İdari Yargılama Usulü Kanunu, Mahalli İdareler Derneği Yayını, Ankara,2002, s.574
[3]Candan T., Açıklamalı İdari Yargılama Usulü Kanunu, Maliye ve Hukuk Yayınları, Ekim 2005, s. 616
[4]Pehlivan G., "Tüketici Kredilerine Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu Oranında Yapılan Artışın Geriye Yürütülmesine İlişkin Danıştayın Yürütmenin Durdurulması Kararı ve Sonuçları", Vergi Dünyası, Sayı: 359, Temmuz 2011
kaynak : http://www.ozdogrular.com/content/view/16776/176/