Türk ekonomisi önemli bir geçiş sürecinin sonuna geldi. Bu süreçte başta banka ve kamu iktisadi teşekküllerinin satışları olmak üzere çeşitli geçiş dönemi uygulamaları ile değirmeninin suyunu sağladı. Ve baş döndürücü büyüme rakamları ile hızla yol aldı.
Ancak herkes biliyordu ki geçiş döneminde bir taraftan taşıma suyla değirmeni döndürürken bir yandan da güçlü bir su kaynağının yönünü değirmene çevirmek ve su taşımaya son vermek gerekiyordu.
İşte bu sebeple başta kamu otoritesi olmak üzere konunun paydaşı olan meslek örgütleri, sanayi ve ticaret odaları, ilgili bakanlıklar iki alan üzerine yoğunlaştı. Yatırımların teşviki ve uluslararası sermayenin kendini güvende hissedeceği ticaret ortamı bir an önce sağlanmalıydı.
Yatırımların teşviki ile ilgili olarak son dönemde iki büyük önemli düzenleme yapıldı, ilk düzenleme ile bu güne kadar verilmemiş teşvikler verilirken ikinci düzenleme ile hem birincisinin aksayan yönleri düzeltildi, hem de daha büyük ve stratejik teşvikler sunuldu. Her ne kadar kamuoyu önünde itiraf edilmese de esasında iki teşvik paketi de hak ettiği karşılığı bulamadı.
Bunun sebebi birçok çalışma yapılmasına rağmen Uluslararası sermayenin kendini güvende hissedeceği bir ticaret ortamı yaratılamamasıydı. Yabancı sermaye daha çok İMKB üzerinden spekülatif gelirler için gelip giderken, ülkemizin üretim ve ticari hayatına çok karlı sektörler dışında ilgi göstermedi.
Bugün ülkemiz ekonomisini incelemeye aldığımızda çok kar yaratan üretim bacağı yurt dışına dayalı ürünlerin al satının gerçekleştiği tabir yerindeyse perakende sektörlerde yabancı yatırımcıları aktif oyuncu olarak izliyoruz. Ancak ülkemiz için daha çok katma değer yaratacak üretim, ağır sanayi vb sektörlerde tüm oyun yerli üreticilere bırakılmış durumda.
Bunun ana sebebi bu alanlarda iş yapmak gerçekten mucize yaratmaya benziyor, çok fazla küçük oyuncu, karlılıktan çok işlem hacmine dayalı üretim politikaları ile rekabet etme zorunluluğu, merdiven altı üretim, kayıt dışı ticaret, kayıt dışı istihdam, çoğu zaman şirket sahibi ve yöneticilerinin bile hakim olamadığı şirket finansal ve idari yapıları, bankacılık sektörünün bu alanlardaki bilgiye ulaşamamaktan dolayı uygulamak zorunda kaldığı aşırı baskıcı finans politikaları ve tüm bunların sonucunda ülke kaynaklarını fütursuzca kullanıp bırakın ülke için katma değer yaratmayı, sahibi için kar yaratmaktan bile aciz bir ticaret alanı.
İşte bu ülkemiz ekonomisinin iyi yanlarını da zamanla içine çekme riski bulunan kara deliği konumundaki bu alanın düzenlenmesi ve yeniden yapılandırılması için yaklaşık 10 yıllık bir çalışma sonucu 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu oluşturuldu.
Kanunun ilk halinin temel yapısını incelediğinizde tüm çabanın bu kara deliğin rehabilitasyonu için hazırlandığı açıkça ortadaydı. Kara deliği büyüten mekanizmaların (ortaklar cari hesabı yasağı, muhasebe standartlarının yenilenmesi, faiz yasağı vb) kapatılması için enstrümanlar oluşturulmuş, büyümesi engellenen kara deliğin küçültülmesi ve zaman içerisinde yok olması için (şeffaflık, web sitesi, bağımsız denetim vb) yol haritaları hazırlanmıştı.
Başta Sn. Hayati Yazıcı ve Sn. Ünal Tekinalp olmak üzere konunun basit bir düzenleme olmadığının Türk Ekonomisinin kronik bataklığının kurutulması işlemi olduğunun farkında olan kamu ve özel yöneticiler son ana kadar savaşlarını sürdürdüler.
Ancak ne yazık ki her bataklıktan olduğu gibi bu bataklıktan da beslenen mikro organizmalar vardı ve başarılı oldular bataklığın kurumasını engellediler.
Biliyorsunuz 6335 sayılı kanun ile Türk Ticaret Kanunu oldukça değişikliğe uğradı önemli düzenlemeler yumuşatıldı veya geri çekildi. Ancak dikkatli bakıldığında aradaki mesajlar okunduğunda bunun bir geri adım değil bir geçiş dönemi değişikliği olduğu okunuyordu.
Para çekme yasağındaki öz kaynak detayı, büyük şirket belirlenmesinde sadece uluslararası uygulamalardaki kamuya hesap veren şirketlerin değil büyüklüğe göre bazı şirketlerinde alınabileceği mesajı, finansal tablo düzeninde geri adım atılmayan Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarına göre hazırlanmış olma şartı, 01 Temmuz da finans sektöründe yürürlüğe giren Basel 2 standartları, mikro organizmaların tam da başarı sağlayamadıklarını, bataklığının eskisinden daha yavaş olsa da kurutulmak istendiği anlaşılıyordu.
Ancak her şey geçen hafta sanayi ve ticaret odalarına gönderilen “Bağımsız Denetime Tabi Olacak Şirketler Hakkındaki Bakanlar Kurulu Kararı Taslağı” ile yerle yeksan oldu. Tabir yerindeyse bataklık kendi haline bırakılıyor, adeta büyümesi ve Türk Ekonomisini de içine çekmesinin yolu açılıyordu.
Yabancı sermayeye kusura bakma kendine başka sabit yatırım yeri ara biz burada sana adil ve şeffaf bir ticaret ortamı yaratamayacağız biz kendi içimizdeki kısır döngüye ve belli azınlık kesimleri zengin eden ama ülkedeki ticaret ortamını kaosa sürükleyen beşinci dünya standardındaki ticari hayatımıza devam edeceğiz,
Ülke içindeki yatırımcıya da kurumsallaşma, büyüme, şeffaf olma o zaman tepene binerim, merdiven altı ol bir şirkette yapacağın işlemi beş şirkete böl kayıt dışı ticaret yap, kayıt dışı istihdam yap bak keyfine diyordu.
Ekonomimizin tartışıldığı, ek vergilerin olmazsa olmaz haline geldiği, faiz politikasının yükseklerdeki ağabey kardeşlerin arasına girdiği bu günlerde dahi 6335 ile başlayıp hazırlanan taslak ile devam edeceği gözlenen yanlış tercihlerin yarattığı kaosu hissediyoruz. Ancak önümüzdeki süreçte çok daha sert ve çok daha güçlü olarak başımıza iş açacaklar.
İlgili taslağın görüşülmek üzere Bakanlar Kurulu’na geldiği gün başta Sn. Başbakan olmak üzere tüm Bakanlarımız karar verecek, 2023’e doğru uluslararası ticaret ortamı ile entegre bir ekonomi ile mi gideceğiz, kendi bataklığımızda çırpınarak mı?
Ancak herkes biliyordu ki geçiş döneminde bir taraftan taşıma suyla değirmeni döndürürken bir yandan da güçlü bir su kaynağının yönünü değirmene çevirmek ve su taşımaya son vermek gerekiyordu.
İşte bu sebeple başta kamu otoritesi olmak üzere konunun paydaşı olan meslek örgütleri, sanayi ve ticaret odaları, ilgili bakanlıklar iki alan üzerine yoğunlaştı. Yatırımların teşviki ve uluslararası sermayenin kendini güvende hissedeceği ticaret ortamı bir an önce sağlanmalıydı.
Yatırımların teşviki ile ilgili olarak son dönemde iki büyük önemli düzenleme yapıldı, ilk düzenleme ile bu güne kadar verilmemiş teşvikler verilirken ikinci düzenleme ile hem birincisinin aksayan yönleri düzeltildi, hem de daha büyük ve stratejik teşvikler sunuldu. Her ne kadar kamuoyu önünde itiraf edilmese de esasında iki teşvik paketi de hak ettiği karşılığı bulamadı.
Bunun sebebi birçok çalışma yapılmasına rağmen Uluslararası sermayenin kendini güvende hissedeceği bir ticaret ortamı yaratılamamasıydı. Yabancı sermaye daha çok İMKB üzerinden spekülatif gelirler için gelip giderken, ülkemizin üretim ve ticari hayatına çok karlı sektörler dışında ilgi göstermedi.
Bugün ülkemiz ekonomisini incelemeye aldığımızda çok kar yaratan üretim bacağı yurt dışına dayalı ürünlerin al satının gerçekleştiği tabir yerindeyse perakende sektörlerde yabancı yatırımcıları aktif oyuncu olarak izliyoruz. Ancak ülkemiz için daha çok katma değer yaratacak üretim, ağır sanayi vb sektörlerde tüm oyun yerli üreticilere bırakılmış durumda.
Bunun ana sebebi bu alanlarda iş yapmak gerçekten mucize yaratmaya benziyor, çok fazla küçük oyuncu, karlılıktan çok işlem hacmine dayalı üretim politikaları ile rekabet etme zorunluluğu, merdiven altı üretim, kayıt dışı ticaret, kayıt dışı istihdam, çoğu zaman şirket sahibi ve yöneticilerinin bile hakim olamadığı şirket finansal ve idari yapıları, bankacılık sektörünün bu alanlardaki bilgiye ulaşamamaktan dolayı uygulamak zorunda kaldığı aşırı baskıcı finans politikaları ve tüm bunların sonucunda ülke kaynaklarını fütursuzca kullanıp bırakın ülke için katma değer yaratmayı, sahibi için kar yaratmaktan bile aciz bir ticaret alanı.
İşte bu ülkemiz ekonomisinin iyi yanlarını da zamanla içine çekme riski bulunan kara deliği konumundaki bu alanın düzenlenmesi ve yeniden yapılandırılması için yaklaşık 10 yıllık bir çalışma sonucu 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu oluşturuldu.
Kanunun ilk halinin temel yapısını incelediğinizde tüm çabanın bu kara deliğin rehabilitasyonu için hazırlandığı açıkça ortadaydı. Kara deliği büyüten mekanizmaların (ortaklar cari hesabı yasağı, muhasebe standartlarının yenilenmesi, faiz yasağı vb) kapatılması için enstrümanlar oluşturulmuş, büyümesi engellenen kara deliğin küçültülmesi ve zaman içerisinde yok olması için (şeffaflık, web sitesi, bağımsız denetim vb) yol haritaları hazırlanmıştı.
Başta Sn. Hayati Yazıcı ve Sn. Ünal Tekinalp olmak üzere konunun basit bir düzenleme olmadığının Türk Ekonomisinin kronik bataklığının kurutulması işlemi olduğunun farkında olan kamu ve özel yöneticiler son ana kadar savaşlarını sürdürdüler.
Ancak ne yazık ki her bataklıktan olduğu gibi bu bataklıktan da beslenen mikro organizmalar vardı ve başarılı oldular bataklığın kurumasını engellediler.
Biliyorsunuz 6335 sayılı kanun ile Türk Ticaret Kanunu oldukça değişikliğe uğradı önemli düzenlemeler yumuşatıldı veya geri çekildi. Ancak dikkatli bakıldığında aradaki mesajlar okunduğunda bunun bir geri adım değil bir geçiş dönemi değişikliği olduğu okunuyordu.
Para çekme yasağındaki öz kaynak detayı, büyük şirket belirlenmesinde sadece uluslararası uygulamalardaki kamuya hesap veren şirketlerin değil büyüklüğe göre bazı şirketlerinde alınabileceği mesajı, finansal tablo düzeninde geri adım atılmayan Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarına göre hazırlanmış olma şartı, 01 Temmuz da finans sektöründe yürürlüğe giren Basel 2 standartları, mikro organizmaların tam da başarı sağlayamadıklarını, bataklığının eskisinden daha yavaş olsa da kurutulmak istendiği anlaşılıyordu.
Ancak her şey geçen hafta sanayi ve ticaret odalarına gönderilen “Bağımsız Denetime Tabi Olacak Şirketler Hakkındaki Bakanlar Kurulu Kararı Taslağı” ile yerle yeksan oldu. Tabir yerindeyse bataklık kendi haline bırakılıyor, adeta büyümesi ve Türk Ekonomisini de içine çekmesinin yolu açılıyordu.
Yabancı sermayeye kusura bakma kendine başka sabit yatırım yeri ara biz burada sana adil ve şeffaf bir ticaret ortamı yaratamayacağız biz kendi içimizdeki kısır döngüye ve belli azınlık kesimleri zengin eden ama ülkedeki ticaret ortamını kaosa sürükleyen beşinci dünya standardındaki ticari hayatımıza devam edeceğiz,
Ülke içindeki yatırımcıya da kurumsallaşma, büyüme, şeffaf olma o zaman tepene binerim, merdiven altı ol bir şirkette yapacağın işlemi beş şirkete böl kayıt dışı ticaret yap, kayıt dışı istihdam yap bak keyfine diyordu.
Ekonomimizin tartışıldığı, ek vergilerin olmazsa olmaz haline geldiği, faiz politikasının yükseklerdeki ağabey kardeşlerin arasına girdiği bu günlerde dahi 6335 ile başlayıp hazırlanan taslak ile devam edeceği gözlenen yanlış tercihlerin yarattığı kaosu hissediyoruz. Ancak önümüzdeki süreçte çok daha sert ve çok daha güçlü olarak başımıza iş açacaklar.
İlgili taslağın görüşülmek üzere Bakanlar Kurulu’na geldiği gün başta Sn. Başbakan olmak üzere tüm Bakanlarımız karar verecek, 2023’e doğru uluslararası ticaret ortamı ile entegre bir ekonomi ile mi gideceğiz, kendi bataklığımızda çırpınarak mı?
Özkan Cengiz
SMMM/Bağımsız Denetçi
ozkan@ozkancengiz.net
SMMM/Bağımsız Denetçi
ozkan@ozkancengiz.net