Türkiye'de vergi yükü düşük müdür?
Türkiye’de vergi kayıp kaçağının yüksekliği ve vergi yükünün düşüklüğüne yönelik yaygın bir inanış vardır. Aslında özüne baktığınızda bu inanış doğrudur. Genel kabul görmüş durumdadır. Peki buna rağmen neden vergi kayıp ve kaçağında yeteri ölçüde azalma olmaz? En kritik soru da zaten budur. Bir kere vergi kayıp ve kaçağı bir gelenek ve kültür olayıdır. Bunun değişmesi için adeta bir nesil gerekir. Öteden beri, vergi kayıp ve kaçağının mazereti olarak gösterilen ödenen vergilerin doğru harcanmadığına yönelik inanç giderek azalmasına rağmen hâlâ daha önemli ölçüde mazeret olarak ileri sürülür.
Zaman zaman araştırmalar yayınlanır. Doktorların, avukatların veya şirketlerin ödediği vergiler asgari ücretlilerle kıyaslanır. Türkiye’de vergi yükünün düşüklüğünden vergi kayıp ve kaçağının fazlalığı ortaya konulmaya çalışılır. Aslında bu araştırmalara bakılınca vergi kayıp ve kaçağı anlamında işin garabeti, yürek sızlatıcı boyutu ortaya çıkar. Ama bir yandan da bu artık kanıksanmıştır. Araştırma veya istatistiklerin çoğu birçok yanlışlığı da içerir. Bazen elmalar ile armutlar kıyaslanır. Belki bu yanlışlar da araştırmaların mesajının biraz zayıflamasına neden olur.
Bu yanlışlardan en barizi de asgari ücretlinin vergi yükü üzerinedir. Hep sanki asgari ücretlinin vergi yükü yüzde 15 olarak söylenir. Oysa gerçek farklıdır. Asgari ücretli bekar işçinin gelir vergisi yükü sadece yüzde 5.2’dir. Güncel rakamla söylersek aylık brüt 837 TL olan asgari ücretten bekar işçi için kesilen gelir vergisi sadece 46.98TL’dir. Evli ve çocukluluk durumuna göre bu rakam aşağıya gelir. Evli dört çocuklu asgari ücretliden herhangi bir gelir vergisi kesintisi yapılmaz. Bu şekilde olması belki de evli veya bekar asgari ücretli arasında ufak da olsa bir gelir farkı yaratılması amacına dönüktür.
Bu araştırmalarda göze çarpan en bariz yanlışlıklardan biri de vergi yükü analizi üzerinedir. Özellikle Türkiye’de vergi yükünün hem genelde hem de gelir ve kurumlar vergisinin ana kalemleri oluşturduğu dolaysız vergiler anlamında düşüklüğünden söz edilir. Bu nedenle vergi yükü analizini doğru yapmak için öncelikle iki hususun altını çizmemiz gerekiyor.
* Türkiye’deki vergi yükü kıyaslamaları ile OECD vergi kıyaslamaları yapılırken temel bir yanlış ya da veri uyumsuzluğu vardır. Bizde sosyal güvenlik primleri hariç rakam yayınlanır. Oysa OECD ülkeleri vergi yükü rakamlarında sosyal güvenlik primleri de dahildir. Bu nedenle sosyal güvenlik primleri de dahil edildiğinde Türkiye’deki vergi yükü yaklaşık 9 puan kadar artar.
* İkincisi, sosyal güvenlik primleri dolaysız vergiler içerisinde yer aldığı için dolaylı-dolaysız vergi yükü dağılımında; bizde dolaysız vergilerin payı olması gerekenden daha az görülür.
Bunları dikkate aldığımızda bizim 2010 sonu itibarıyla yüzde 24.6 olarak görülen toplam vergi yükü yüzde 33’lere ulaşır. Bu oran birçok OECD ülkesine göre çok da düşük değildir. Dolaysız vergilerin vergi gelirleri içinde aldığı pay ise yüzde 45’lere dayanır. Yani dolaysız vergilerin payı genelde OECD ülkelerine nazaran yine de düşüktür. Çünkü OECD ülkelerinde genelde bu oran yüzde 50 veya biraz daha üzerindedir. Buna rağmen bizim gibi üretim ve yatırımı birinci öncelik alan ve gelişmekte olan ülkeler grubunda sayılan ülkelerde bu oran çok da düşük değildir. Çünkü tercih sıralamasında önce üretim ve yatırım, sonra vergi gelir. O zaman 2003’ten bu yana yapılan, özellikle dolaysız vergiler içinde ana vergi kalemleri olan gelir ve kurumlar vergisi oranlarında yapılan radikal indirimler doğru olmuştur. Bu indirimlere rağmen vergi yükünde azalma değil aksine artış sağlanabilmiştir. Çünkü kayıt dışılıkla mücadele anlamında önemli adımlar atılmıştır. Elbette alınacak daha önemli bir mesafe vardır.
Osman ARIOĞLU
İ.T.O Gazetesi